El Clasico’nun külleri ve körükleri

Neredeyse tüm dünyayı tek bir olay etrafında buluşturmak pek de kolay değil. Ama 21. yüzyılda bunu yapmanın en kolay yolu El Clasico olabilir.

El Clasico da tıpkı diğer derbiler gibi yerel bir rekabetten doğdu. Ancak onlar gibi belli sınırlar içinde kalmakla yetinmedi ve bardaktan taşan su misali dört bir yana yayıldı. Bu derbiyi diğerlerinden ayıran en büyük özelliği ise sıradan bir rekabetten fazlası olması. Politik kavgalardan toplumsal mücadelelere uzanan El Clasico’nun tarihine bir göz atmakta fayda var.

İspanya tarihinin kanlı sayfalarına adını dev puntolarla kazıyan Francisco Franco, elini futboldan da uzakta tutmadı. 1936’da başlattığı ayaklanmanın zaferini 1939’da eline geçirdiği andan itibaren kendisine karşı duran her şeyden acısını çıkardı. Bunların arasında Barcelona Futbol Kulübü’nün başkanı Josep Sunyol da vardı.

Katalan bir aileden gelen, avukat, politikacı ve gazeteci kimliği olan Sunyol, 1935’te Barcelona’nın başkanı olarak seçilmeden önce siyasetin bir hayli içindeydi. Miguel Primo de Rivera’nın diktatörlük döneminde Katalan dilinin kullanımı ve bayrağı yasaklanmıştı ve bölgesel milliyetçiliğe izin verilmiyordu. Barcelona’nın o dönemki stadı Les Corts, politik anlamda büyük bir önem arz ederken Rivera oraya el atmış ve 1924’te stadı 6 aylığına kapatmıştı. Kurucu Joan Gamper ülkeden sürülmüştü ve tam bu noktada Sunyol kritik bir karar alarak Barcelona’ya katıldı. 1928’de sportif direktör oldu ve ardından Katalan halkının sesi olan; ayrıca futbola da önemli bir öncelik ayrılan ‘La Rambla’ isimli solcu bir gazete çıkardı. 1929’da Wall Street iflasıyla beraber diktatör rejimi de son buldu. 1935 yılına gelindiğindeyse Sunyol kulüp başkanlığını kazandı.

Sunyol başkanlığını ekonomik ve politik sıkıntılar çerçevesinde sürdürürken 1936’da iç savaş patlak verdi. Takım öylesine hazırlıksız yakalanmıştı ki teknik direktör İrlanda’da, oyuncuların bir kısmı Güney Amerika’daydı. Ancak Barcelona, futbol oynamaya bir şekilde devam edilmesi gerektiğine karar vermişti. Bunlar yaşanırken Sunyol bir seyahati sırasında, Madrid’de, Franco’nun askerleri tarafından yakalandı ve sonrasında da idam edildi.

Rekabetin ateşini harlayan gelişmeler birbirini takip etti. Bunların başında 1943’te Franco’ya ithafen düzenlenen Copa del Generalissimo’da Real Madrid ve Barcelona arasındaki çeyrek final maçları geliyor. Barcelona ilk maçı evinde 3-0 kazandı. Madrid’deki rövanş maçına ise Barcelona taraftarının girmesi yasaklandı. Madrid 10 kişi kalan Barcelona’ya karşı ilk yarıyı 8-0 önde kapattı ve Barcelona oyuncuları hakem hataları ve saha koşulları sebebiyle ikinci yarıya çıkmayı reddetti. Rivayete göre Franco’nun askerlerini devreye girerek soyunma odasında Barcelonalı futbolcuları tehdit etti ve sahaya çıkmaya zorladı. Maç 11-1 Real Madrid üstünlüğüyle sonuçlandı.

Yön verenler: Kubala ve Di Stefano

Gelelim El Clasico’nun Ladislao Kubala ile Alfredo di Stefano sayfasına.

Macaristan’dan İtalya’ya gelen eşi ve hasta oğlunun yanında kalmayı tercih ederek 4 Mayıs 1949’da “Il Grande Torino”yu yok eden Superga uçak kazasında bulunmayan Ladislao Kubala, Barcelona tarihinin en iyi oyuncularından biri olarak gösterilir ve Camp Nou dışında da heykeli vardır.

Kazanın ardından Macaristan Futbol Federasyonu, Kubala’yı sözleşme ihlali, ülkeyi izinsiz olarak terk etme ve askerlik görevini yerine getirmeme gerekçeleri ile suçlamıştı. FIFA’da bu suçlamalara destek olmuş ve Kubala’yı 1 yıl futboldan men etmişti. 3 ayrı ülkenin milli takımında oynayan Kubala (İspanya, Macaristan ve Çekoslovakya), toplama bir göçmen takımı kurduğu 1950’li yıllarda Santiago Bernabeu tarafından bizzat takip edilmişti. Kubala, Real Madrid’den gelen teklife karşılık kayınbiraderi Daucik’in de antrenör olarak alınmasını talep etmişti. Ayrıca kendisi ile ilgilenen Barcelona’nın da farkındaydı.

Öyle ya da böyle, sonunda imza attığı takım Real Madrid değil Barcelona oldu.

Barcelona’nın Kubalası oldu; Real Madrid’in ise Alfredo di Stefano’su. Üstelik neredeyse Barcelona’ya gidecekken.

Real Madrid’in köklü tarihinde Alfredo di Stefano’nun büyüklüğü tartışmaya kapalıdır. Futbol kariyerine 17 yaşında River Plate çatısı altında başlayan di Stefano, 1949’daki futbolcu grevi sebebiyle Kolombiya ekibi Millonarios of Bogota’ya gitmek zorunda kalır. Ancak oyuncunun bonservisi hala River Plate’dedir.

Millos’tayken birkaç takım arkadaşı ile Real Madrid’e karşı bir dostluk maçına davet edilen Di Stefano, başkan Bernabeu’nun dikkatini çeker. Ancak Barcelona daha önce davranır ve 1953’te Di Stefano ile el sıkışır ve kulübü River Plate ile anlaşma sağlar. Fakat bu transferin resmileşmesi için Millos’un da onayı gerekir ve bu yüzden İspanya Futbol Federasyonu bu transferi tanımaz. O esnada devreye giren Bernabeu ise Millos ile irtibata geçer ve Di Stefano’yu Real Madrid’e getirmeye ikna eder. Mayıs 1953’te federasyondan şöyle bir karar çıkar: İkisini Madrid’de ikisini Barcelona’da olmak üzere Di Stefano, İspanya’da 4 yıl geçirecektir.

Barcelona bu karara karşı çıkar ve o dönemdeki kulüp başkanı Marti Carreto istifaya zorlanır. Di Stefano ile yapılan kontrat parçalanır ve oyuncunun Madrid yolu açılır. Bir rivayete göre ise Di Stefano’nun Madrid’e gidişinde General Franco’nun da bir rolü olduğu yönündedir. 23 Eylül 1953’te Nancy takımına karşı Real Madrid formasıyla ilk maçına çıkan Di Stefano, bir ay sonra 5-0 kazandıkları ilk El Clasico’sunda 4 kez ağları bulur.

Gerisini biliyorsunuz. İngilizler’in deyimi ile: The rest is history.

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın