Atomu parçalamaktan daha zor ne olabilir? Bu sorunun cevabı, ömrünü bu konuya adamış Albert Einstein’dan gelir: Ön yargıları yıkmak.
Hayatını tuttuğu takıma adayanlar için futbolcular geçici, takımlar kalıcıdır. Futbolcular yalnızca görevini yerine getirmek zorunda olan işçilerdir. İyiyse iyi, kötüyse kötüdür bir oyuncu. Bu durumun değişebileceğine inanmak atom parçalamaktan daha zor olmayabilir belki; ama kıyasıya mücadele ederler.
L’Equipe, 2015 yılında sezonun en kötü kadrosunu açıkladığında, henüz 20 yaşındaki Divock Origi’yi doğru düzgün izlememiş olan her insanın kafasında bir düşünce oluştu. Bu düşünce, belli bir zaman dilimi boyunca kırılamayacak ön yargılara dönüştü. Ne zamana kadar mı?
Liverpool, Avrupa’nın 5 büyük liginde, şampiyon olamayan bir takımın topladığı en yüksek puanı toplayarak Premier Lig’de 2. olmuş olabilir. Şampiyon olmak için çıktığı lig serüveninde birbirinden heyecanlı kırılma anları yaşadı, “Bu gol, şampiyonluk golüdür!” diye düşündüren gollerin atıldığı maçlara çıktı. Ama bir tanesi vardı ki, Liverpool taraftarı için o maçı kazanmaktan daha mühim bir şey yoktu şu dünyada…
Hayır, Barcelona maçından çok daha önce. 2 Aralık 2018, Everton maçı.

Liverpool, 90+6’da Origi’nin kafa golüyle sahadan 1-0 galip ayrıldı. Karşılaşmayı seyreden birçok izleyici, “Ne var bu golde, ben de atarım” düşüncesine kapılmış olabilir. İlk bakışta bariz kaleci hatasında Origi’nin kolayca topu ağlarla buluşturduğu düşünülebilir. Ancak Origi için golü attığı ana gelene kadar daha önemli bir şey vardı. 16 ay sonra ilk kez bir Premier Lig maçına çıkmıştı. Hem de ezeli rakip karşısında. Hem de mutlaka kazanılması gereken bir maçta.
84. dakikada, zayıf bir performans gösteren Firmino oyundan alınıp yerine Origi girdiğinde tepki gösteren de çoktu üstelik. Ancak kaleci Pickford’un topa dokunacağı son ana kadar takipte kalıp topu ağlarla buluşturmak, ekrandan göründüğü kadar kolay bir şey değil. İşte yukarıdaki sorunun cevabı da bu. Firmino – Origi değişikliği, ön yargıların çevresindeki duvarlarda çatlaklar oluşturan ilk hamleydi.
Arkası gelmez dertlerimin…
2014’te Liverpool’a geldikten sonra Lille’e kiralık olarak geri gönderildiğinde takıma bir şeyler vadedebileceği düşünülmüştü. Bir gözü Anfield’da olan Origi, daha da parlaması gereken Ligue 1’de ışığını yitirmiş ve 2015’in Mart ayında spor dünyasının öncü gazetesi L’Equipe tarafından ilk sezonunda yılın en kötü takımına seçilmişti.

İngiltere’ye geri döndüğünde büyük soru işaretlerini de beraberinde getirmişti. 12 milyon euro çöp mü olmuştu? Yeni teknik direktör Jürgen Klopp, bu şüphe tufanının ortasında Origi’ye olan beğenisini, Dortmund’dayken onu takıma transfer etmek istediğini ifade ederek biraz olsun olumsuz havayı dağıtmıştı. Şu an seyrettiğimiz Origi’nin ilk sinyallerini de yine o dönemde Southampton’a karşı alınan 6-1’lik galibiyette hat-trick yaparak vermişti. Rusya karşısında son dakikalarda Belçika’yı 2014 Dünya Kupası’nın son 16 turuna taşıyan golü attığında da yavaş yavaş işler yoluna girecek gibi görünüyordu. Üstelik bu gol, kendisini Belçika’nın en genç golcüsü yapmıştı. Hatta Belçika’da bir yavru yunusa da onun adını verdiler. Ne yazık ki yunus, birkaç gün sonra öldü.
Sonrasında Evertonlu Funes Mori, Origi’yi sakatlayacak ve 15-16 sezonu Origi için sağlık problemleriyle geçecekti. Bu esnada Origi, yalnızca sağlığından değil, özgüveninden de olacaktı.
2017’de Wolfsburg’a kiralık olarak gönderildiğinde beklentiler tamamen tükenmiş değildi. Almanya’da çıktığı 36 maçta yalnızca 7 gol atması, Anfield ile arasında iplerin kopma noktasına gelmesine sebep olmuştu. Geri döndüğünde Origi’nin adı Türkiye’deki futbol takımlarıyla anılmaya başlamıştı bile… Klasik.
“Oyuna her şeyini verirsen, oyun da sana bir şeyler verir”
Origi’ye inanan 2 kişi kalmıştı kala kala. Bir kendisi, bir de Jürgen Klopp. Psikoloji okuyan ancak futbol sebebiyle bırakan, 4 dili akıcı bir şekilde konuşabilen (İngilizce, Fransızca, Flemenkçe, Svahili) Origi, özgüvenini yitirmiş de olsa Salahlı, Firminolu, Maneli kadroda kendine yer bulmak için çalışmaya devam etti. Bu konuda kendisine en çok yardım eden şeyin psikoloji üzerine yaptığı araştırmalar olduğunu söyleyen Origi, bir röportajında, “Futbolcu olmasam psikolog olurdum.” demişti.
Futbolun unutulan, gözden çıkarılan ve bir daha esamesi okunmayacak olan futbolcuları arasına karışabilirdi. Fakat hem Klopp’un onda gördüklerini tüm dünyaya göstermek istemesi, hem de Origi’nin mental anlamda sağlam kalarak durmadan kendini geliştirmesi, Barcelona karşısındaki mucizevi geri dönüşün en büyük yapı taşlarını oluşturdu. Tabii, ondaki yeteneği ilk önce gören Brendan Rodgers’ı da unutmamak lazım.

İstatistiklerine baktığınızda bu sezon Liverpool ile yalnızca 12 lig, 8 Şampiyonlar Ligi maçına çıktığını görürsünüz. Hepi topu ligde 3, Avrupa’da da 3 gol kaydeden bu oyuncunun her şey imkansız göründüğü zamanlarda boy göstermesi, uzun boylu olmasından kaynaklanmıyor elbette. Buna bir diğer örnek de ligin bitimine 1 hafta kala Newcastle United ile 86. dakikaya kadar 2-2 devam eden maçın galibiyet golünü attığı maç olabilir. Tribünlerin sahaya inmesi an meselesiydi!
Origi’nin inanç ve dirayetini, oyuna olan adanmışlığını yine onun sözleriyle anlamak gerek. Avrupa’da oynayan ilk Kenyalı futbolcu olduğu düşünülen Origi’nin babası Mike Okoth Origi, oğlunun gözünde her zaman bir idoldü. Origi, babası için söyledikleriyle şu an geldiği noktayı çok güzel özetliyor.
“Küçükken babamın ne kadar disiplinli bir futbolcu olduğunu görürdüm. Oyuna her şeyini verirsen, oyunun da sana illa ki bir şeyleri geri vereceğini ondan öğrendim.”